18 Haziran 2011 Cumartesi

VAROLMAYAN ŞÖVALYE

Sana askın sarkı söylemedigi bir ülkeden yazıyorum.
ne yapabilirim ki sessizlik icinde aglamaktan baska ! hangi gercegi yanıma cagırabilirim kendimi avutmak icin ? su an elimde sadece sacma bir sekilde mutsuz olma olanagı var...

Sokrates "kendini tanı",Monique Charles ise "kadınlar aracılıgıyla kendini tanımak iste zevk iste yasamak denen sey" demis kendini Regine Olsen yerine koyup Kierkegaard'dan alıntılar yaparak.

Tam kendimi tanıyacakken kayboldun aniden mavi ufukların arasından.Simdi tanınmaz bir haldeyim !

Farkında mısın beni yazar veyahut filozof yapacaksın bu gidisle ! M.Charles bir noktaya dikkat cekmis"filozofların seyrek evlendiklerine" Kierkegaard ise eger bunu yaparlarsa yani evlenirlerse bunun ancak dalgınlıkla oldugunu söylemis Hegel'i örnek göstererek.

keske dalgın bir anıma denk gelebilsen ve iste tam o an cıksan karsıma; baslangıcı bir bakıs, bitimi sonsuzluk olan o muhtesem altın zincirin (evlilik) ilk halkasını olustursak seninle...

Nasıl sıkılıyorum bir bilsen.Hz.Adem'de sıkılımıstı Havva yaratıldı birlikte sıkıldılar ! sonra Habil ve Kabil de katıldı onlara,ailecek sıkıldılar ! sonrada bütün dünya sıkıldı !iste taa oradan gelip bana da sirayet etti bu sıkıntı...

dünya sıkılmıs umrumda degil ondan kücük degil ki sensizligin verdigi sıkıntı...

son üc sigaram simdi ve mum ısıgında kelimelerim
yalnızlıgım sıkıntılarım ve hayallerim
saat sabahın dördü ve ben ayaktayım hala
yürek acık göz acık ve senden beklentilerim

iki sarp kaya varmıs arasında ucurum olan, eskilerde anlatılan. erkekler buna yaklastıkları zaman gerekli hızı incelerlermis ve etrafında akıllı uslu bir sekilde dolanırlarmıs. genc kızlar ise aradaki mesafeyi ve o derin korkuyu umursamadan diger kayaya atlarmıs. ve derler ki o an icin gercektenden ask ucurumları asmak icin genc kızları kanatlandırırmıs...

halbuki sen tepenin karsı ucunda öylece duruyorsun ! Ne cok isterdim bana dogru kanatlanarak gelmeni, bense gelemiyorum kırık kanatlarımla sana dogru !yoksa seni cekmiyor muyum mutluluga yada bagımlılıgın doruklarına dogru ?

simdi seni sevdigin müzikle birlestiriyorum
tatlı bir nagme geliyor kulagıma KORSAKOV'dan
bir masal anlattım sana karsımda duruyorken öylece
ama sen kandırıp gittin ne farkın kaldı ki SEHRİYAR'dan

felsefe mi yapıyorum su an ? belki de uyandırıldıgımı biliyorum o yüzden yazıyorum tüm bunları senli düsüncelerin büyüsüne kapılmısken...

belki de yapmıyorum felsefe kimbilir bunu benden baska ? ama bildigim tek sey simdilerde bir sövalye edasıyla ortalıkta dolasıyorum; düslerde yasayan ve asla varolmayan bir sövalye...

kendimi hüznün oglu olarak görüyorum ve yalnızlıga sımsıkı sarılıyorum. az sonra ezan okunacak ve ardından günes dogacak ve ben gelen gün ile birlikte kendi halime dönecegim, insanların beni tanıdıgı surete bürünerek güne baslayacagım. ama geceleri seni bekledigimi o an ki halimi kimse bilmeyecek...

Ey sevgili karsı tepeden beni duyuyor musun ? gecenin koyu karanlıklarına ve himayesine bırakma beni...

cünkü korkuyorum artık ! bir kez daha kanatlarını acmayı dene ve askı kendisine yoldas edinmis varolmayan sövalyenin sevgisiyle kucaklasmayı dene bir kez daha ! sövalyenin seven,yanan ama erimeyen askına cevap ver...

sana gümüs renkli bulutlardan tac giydiremiyor ve yolunu gül'den ısıklarla doldurup yaldızlayamıyorum

gecenin karanlıgında dolasan bu sese kulak veriyor musun, gündüzün aydınlıgında dolasan güzel ?

ölümsüz ermis CİBRAN ; "asksız hayat ciceksiz ve meyvesiz bir agac gibidir" der. gecenin hayalleri ve senin sırların karsısında bir agac gibiyim su an. Mart geldi,baharda pesi sıra hazır bekliyor gelmek üzere ve ben bir mevve bir cicek arzusuyla bekliyorum dimdik ayakta ! Agaclar gibi ayakta öldürme beni...

saat bes oldu üstelik sigaram da bitti yalnız kaldım senin anlayacagın...

ama sen beni ask dolu bir adam haline getirdin ve ben bu adamı sevdim...

sahi sende bu adamı sevebildin mi ?


Şubat 2004 istanbul

Hiç yorum yok: